Karalama Defteri
MUCİZEYE TANIKLIK ETMEK
24 Şubat 2014 saat 08.20. Mucize gün yüzü gördü. Mürşidim ilk kez irşad etti.
Gerek tasavvufta ve gerekse pek çok farklı kendi bulma yolculuğunda bir rehber veya bir mürşid ( yolu aydınlatan, yol gösteren) ihtiyacından bahsedilir. Ninja Kamplumbağaların Usta Splinter’ı vardır mesela. Ya da Rocky filminden esinlenerek çekilen Karate Kid’i yola sokan Mr. Miyagi’dir.
Tasavvufta da en bilindik şekliyle Şemsi Tebrizi ve Mevlana Celaladdin-i Rumi’nin ilişkisi mürid / mürşid ( karşılıklı olarak) örneklendirilebilir. Bkz.: Facebooktaki binlerce yalan yanlış paylaşım.
Benim hikayemde kutsallıklar, el vermeler falan yok. En azından klasik anlamda bahsedilen, müridin mürşidi uçurduğu cinsten örneklerim yok. Benim anlatacaklarım günlük olaylar.
Mürşidim altına kakasını, çişini yapan, yemeğini henüz kendi yiyemeyen, 3 dişi olan (biri de yolda) 75 cm ve yaklaşık 11 kg luk bir afacan. Oğlum Toprak yani.
Miniğimin kısaca geliş hikayesine değinmek isterim. Gelişi de oldukça ders niteliğindeydi çünkü. 2 yıl çocuk için çabala dur, sonra madem olmuyor akışına bırakalım hayatı dedikten iki hafta sonra “hop siz kime gel kime git diyorsunuz, hayat benim, işte gelmeye karar verdim” diyerek planlı yaşam, hedeflerini bil gibi söylemleri bir kalemde sildi attı. Sen planını yap, hedefini koy da hayatın ve dünyanın geri kalanının bundan haberi olmadığını da hatırla dedi kısaca.
Bir damlacık insan bebek dediğin. Düşse dağılır gibi geliyor, masumluğun ete kemiğe bürünmüş hali. Ama istekleri ve ihtiyaçları konusunda çok net. Ağlıyor ve bağırıyor, gazını pışpışlayıp çıkarttırana kadar, karnını doyurana kadar bağırıyor. Uyutun artık beni diye haykırıyor. Gecenin bir vakti “açım aynı zamanda ilgiye ve dokunulmaya ihtiyacım olabilir koşun” diye ayağa dikiyor ev ahalisini. Talepkâr ve bu taleplerinde yaşama müthiş bir tutunmanın sesleri var.
Kimi zaman eğitimlerde insan değişir mi, kişi kendini geliştirebilir mi gibi sorular gelir. Aslında sanırım hepimiz o gelişen, değişen, hayata sıkı sıkı tutunan bebek / çocuk tarafımızla teması sağlamak durumundayız bu sorulardan kurtulup cevaplarını yaratabilmemiz için.
Toprak’ın ( elbette diğer bebeklerin de hikayesi aslında) hikayesine kısaca bakalım da herkes nasibince almak istediğini alsın. Toprak doğdu, nefes alması lazımdı, aldı. Küçük bir şeymiş gibi gelebilir ama bir alemden başka bir aleme geçti aslında. 9 ay boyunca bir insansın karnının içindeydi, ışıksız, insansız, içinde su olan bir ortamdan havalı ,ışıklı, insanlı bir dünyaya geldi. İlk kez bizler gibi nefes alması gerekiyordu, aldı. “Yok arkadaş ben ömür boyu suda yaşadım, ne diye şimdi nefesle falan uğraşayım” demedi. Çünkü henüz zihni bizler gibi, konfor alanlarıyla, alışkanlıklarla, “elalem ne derlerle” dolu değil. İhtiyacı olana hemen adapte oldu ve ona göre davrandı. Yaşama tutunma güdüsü o kadar güçlü ki insanın ağzı açık kalıyor. ( bilimsel açıklama yapmak isteyenler, işi biyolojik olarak açıklamak isteyebilir, katkıları için şimdiden teşekkürler. Ben oğluna her baktığında hayretler içinde kalan bir baba olarak anlatıyorum hikayeyi J )
Etraftaki çocuklara ve bebeklere baktığımda vazgeçmek kelimesinin zihinlerinin ve bedenlerinin herhangi bir yerinde bizler gibi net kodlanmamış olduğunu görüyorum. Toprak’ın bedensel gelişiminden kısaca bahsetmek istiyorum bunu anlatırken. İki paragraf önceki sorunun da yanıtı burada netleşecek tahminimce.
Doğduğunda ve bundan sonraki bir süre boyunca oldukça kırılgan bir yapıya sahipti Toprak. Tıpkı diğer bebekler gibi. Bıngıldak yumuşak, boyun kasları ve omurga gelişmemiş ve bu sebeple kucağa aldığınızda mutlaka elimizde sanki hemen kırılıverecek bir şeyi tutarcasına dikkatle tutmamız gerekiyordu başını. Gözleri henüz adaptasyon sürecinde. 30 cm den ötesi net değil.
Oturması 8 ay aldı. Sekiz ay boyunca oturmak onun için önceleri ağır sağlık sorunları yaratabilecek bir duruş şekliydi; oturtmayın dedi doktor kısaca, sonraları ciddi bir mücadele olarak geçti minik bedenin koca yürekli sahibi için. Tıpkı bizlerde olduğu ya da etrafınızdaki diğer minik bedenli büyük canlarda olduğu gibi. 7 aylıkken artık yastık destekli kısa süreli oturuşlara geçebildi. Sonra artık kendi başına zorlanarak da olsa doğrulup oturmaya başladı. Ama ne mücadele, ne azim.
Beni en çok etkileyen şey sanırım emeklemesi idi. İlk emeklemeyi denediğinde ( çırpınmalarından sonraki dönemdeki ilk deneme ) önünde duran küçük topa doğru değil tam aksi yöne yani geriye doğru gidebildi ve tabi ki bu duruma fena halde içerleyip ağladı. Ama bir iki gün sonra az bir mesafe gidebildi ileri doğru. Sonra kendini çeke çeke bir komando gibi ileri atılarak emeklemeye başladı. Böylece hareket ederken bağımsız olma yolunda ilk adımını da atmış oldu. Güzel oğlum artık belli yerlere gitmek için bize ihtiyaç duymuyordu. Ama bizleri sevdiğinden olacak, sırf bizi memnun etmek ve kendimizi yalnız hissetmeyelim diye, arada kucak istemeye devam etti.
Her bir kemiği, kası, eklemi ve bunlar arası koordinasyonu adım adım gelişiyor, o da ciddi bir gayretle bunun gerçeklemesi için çabalıyor. İşte o gayretlerin sonunda birkaç gün önce ilk adımlarını attı. 2- 3 adım attı ve halıya doğru serbest düşüş… Göz göze geldik bir sorun olmadığını anladı, güldü, kalkmak için elimi tuttu ve bir daha denedi. Kollarıma düştü. O gülerken annesi ve babası olarak bizler gözlerimiz dolu kahkahalar atıyorduk, oğlumuz büyüyordu sonuçta. Attığı her adım, öğrendiği her yeni beceri bizden ayrışması ve birey olması yolunda da önemli basamaklar aslında. Yani bize fiziksel olarak ihtiyaç duymayacağının işaretleri.
İnşallah bir gün gelecek –ki bu gün muhtemelen çok da uzak bir gelecek değil – o koşacak bizler ona yetişemeyeceğiz. “Aman bıngıldağına dikkat” dediğimiz minik Toprak hayatın her alanında kendi adımlarıyla ve bizlerin gülümseyen gözleriyle yürüyecek.
“İnsan değişir mi? Kendini geliştirebilir mi?” sorularının yanıtı da sanırım aslında çocuk kimliğimizde saklı. O çocuktur büyüyüp bugün olduğumuz kişiye dönüşen, bizler o çocuğuz. Değiştik mi, kendimizi geliştirdik mi bugüne kadar ? Cevap sanırım çok açık. O halde bugün bizi tutan şey ne?
Bizi bugünlere getiren içimizdeki çocuğa selam olsun. Bana bunları yeniden gösteren, bana ışık tutan oğlum Toprak sana da sonsuz teşekkürler. Sen benim en değerli öğretmenim, mentorum, yaşam koçum ve mürşidimsin.
Yüreğimin tümüyle her gün içimden taşarak, tarifsizce seviyorum seni.
Mehmet Gürsoy Tarih:24.02.2015
Yukarı